Öncelikle (Bkz; En güzeli Galatasaray'ı üzgünken sevmektir)
Her taraftarın gün gelip de bilincinin oturacağına inanan biriyim. Liselilerden nefret ederim. Lise çağındayken kendimden bile nefret ediyordum. En büyük uğraşınız, hayattaki tek derdiniz ya karşı cinse kendinizi beğendirmek ya da her pazartesi sabahı tuttuğunuz takımın muhabbetini yapmaktır. Arkadaşlar arasında tartışırken kurulan cümleler koymalar, çakmalar ve geçirmeler üçgeni arasında döner. O yıllarda biri çıkıp "geleceğe dair en büyük korkun nedir" diye sorsaydı, gün gelip de içimdeki Galatasaray sevgisinin kaybolup gitmesi olarak yanıtlayabilirdim. Sevgiden kastım neydi peki? Takım kazandığında formayı giyip sokağa çıkmak; kaybettiği zaman yatağı yorganı yumruklayıp, ertesi gün okuldan kaçmak mıydı?
Böyle bir adamdım ben. Artık yapmıyorum bunu. Kaybedilen maçların ardından spor programlarına rastlamamak için televizyonu bile açmazken, artık Rıdvan Dilmen'e dahi katlanabiliyorum. Değişen ne peki? Maçlarını mı takip etmiyorum Galatasaray'ın, parama kıyıp lisanslı ürününü almaktan vaz mı geçiyorum, maça mı gitmiyorum? Gayet de devam ediyorum bunları yapmaya. Ancak yenilince "Ulan dünyanın sonu geldi! Yarın Fenerbahçeli arkadaşlarıma ne diyeceğim" diye ağlayıp zırlamıyorum. Sorunu da aslında tam bu noktada buluyorum? Tuttuğum takımın kazanmasını takımımı iyi bir yerde görmek için değil, aslında kendi kıçımı kurtarabilmek için istiyordum. En yakın arkadaşım Fenerbahçeliydi ve ben onun Galatasaray'ın kaybettiği gecenin sabahındaki halini görmek istemiyordum. Kendine dahi yararı olmayan bir ergenin hayatın anlamını yüklemeye çalıştığı şeyin taraftarlık olmadığını öğrenmem biraz daha sonralara rast gelecekti.
Mesela 2 Kasım 2001 Bursaspor-Galatasaray maçı bir milatdır benim için. Taraftarlık bilincinin oturması diye bir şey varsa, benimki o gün bulmuştur yerini. Galatasaray sezonun ilk yenilgisini Bursa'da çok ağır bir skorla alınca, bendeki kayış kopmuştu haliyle. 15 yaşındayım ve sinirden evin altını üstüne getiriyorum. İşin belası, dün gibi de hatırlıyorum. Şimdi o halimi elime geçirsem, boğazına yapıştığım gibi en yakın kirişin orta yerine sokarım. Bir an sonra karşımda babamı buluyorum. Diyor ki:
- Seninki de taraftarlık mı be? Ben 14 sene şampiyonluk görmedim. Sen ise bu takımın en başarılı zamanlarına bu genç yaşında tanıklık ettin. Bir yenilgiyle yaptığına bak. koskoca Galatasaray senin gibilere kalacaksa, vay bu takımın haline!
Tam olarak olmasa da bunun gibi bir şeydi. O an herhalde suratının orta yerine odunu yemiş, etrafına boş boş bakarken ağzından akan suya söz geçiremez bir ifadem vardı. Çok şey değişti o günden sonra.
Baştaki 'bakınız' ile devam edelim... 2004 yılında, ben daha sözlükte okur bile değilken girilmiş... Galatasaray mı? Görseniz, 2002'deki haline duacı olursunuz. Söz konusu yazı ise bir şekilde gözüme ilişmiş. O kadar etkilenmişim ki, çıktı alıp yatağımın baş köşesine asmışım. O gün bugündür, Galatasaray'ın yenilgilerinden sonra yatağa giderken gecemin uykusuz geçmemesini sağlar bu yazı.
...ve umnica'nın bundan zerre haberi yoktur...
-----------------------
#20487884.
1 yorum:
helal olsun güzel özetlemişsn
Yorum Gönder