23 Ağustos 2010 Pazartesi

Galatasaray: 0 - Bursaspor: 2

Yanılmıyorsam yıl 2004. Galatasaray, tarihinin en kötü sezonlarından birinde kıvranıyor... Alınan bir başka yenilginin ardından Vatan Gazetesi fotomuhabiri olan Halid Kayacan takımın o dönemki halini olduğu gibi anlatan bir fotoğraf çekmişti. "Galatasaray Ruhunu Arıyor" başlıklı fotoğrafta dizleri üzerine çökmüş, avuçladıkları çimlere bakan birkaç Galatasaraylı futbolcu tek bir karede toplanmıştı. Daha sonra 'yılın spor fotoğrafı' seçilen fotoğraf kelimelerle anlatılamayacak pek çok şeyi anlatıyordu. Şimdi düşünüyorum da o dönem Galatasaray'ının aradığı belli bir şey varmış: Ruh. Bir de bugünkü Galatasaray'a bakıyorum, koyduğu yeri unuttuğu çok fazla şey var ve arayışa hangisinden başlayacağını bilmiyor.

Kullandığı 18 köşe vuruşunda karambol bile yaratamayan, ceza sahasına yaptığı yaklaşık 50 ortadan sonuç alamayan, savunmadan atılan 50 metrelik toplarla Baros'u pozisyona sokmayan çalışan bir Galatasaray... Sonuç? Bu sezon oynanan 5 resmi maçta elde edilen tek galibiyet. Her ne kadar son şampiyona yenilmiş olsak da işin taktiksel boyutudur bu saydıklarım. Belli bir yere kadar tolere edilebilir. İşin vahim olan tarafı ise bunun yapılamaması zaten. Geçtiğimiz sezon başında, Rijkaard'ın gelişiyle bu takımda bir şeylerin değişeceğine, Türk futbolunda bir devrimin baş rolünü oynayacağımıza inananlar, ısrarla bunun savaşını verenler dün itibariyle kendileriyle çelişkiye düşmüşler, deyim yerindeyse kovuklarına çekilmişlerdir. Rijkaard'ın teknik adamlığını, futbol bilgisini tartışacak değilim. Buna niyeti olanlar bile zihniyet tarafından sindirilirken, ben Hollandalı'nın bir başka yönünü çekiştirmeye çalışacağım. Türkiye'ye geldiğinde kimse bu adama Türk futbolunu tanıtmamış. Geride bırakılan bir yılı aşkın sürede de Rijkaard öğrenmeye çalışmamış. En hararetli mücadelenin orta sahada başladığı bir ülkede sözleşmede zorunlu kılınmışcasına 4-3-3 oynatıp - üstelik tutmayacağını bile bile - Ayhan, Barış ve Mustafa'nın günah keçisi olmasını başka bir şeye yoramıyorum ben. Dün gece topu kaybettiği noktada kapmaya çalışan bir Bursaspor vardı. Bir eksik orta sahayla mücadele edeceksen şayet, bunu kapatacak adamın olması gerekmez mi? Yoksa, yönetim vermiyorsa, da ısrar etmeye anlam veremiyorum.
Galatasaray'ın sorunları taktiksel mi? Kesinlikle değil! Galatasaray'ın sorunu transfer mi? Bunu iddia eden taraftarı odunla kovalamak geliyor içimden. Peki Galatasaray'ın sorunu Barış-Ayhan-Mustafa üçlüsü mü? Bu adamlarla şampiyon olduğumuzu, Feldkamp'ın Galatasaray'ında Barış'ın sevilen adam olduğunu hatırlarsak, bu da değil! Son tahlilde Galatasaray'ın sorunu Adnan Sezgin mi? Kulüpte yönetici bile olmayan, maaşlı bir çalışan ne kadar suçlu olabilir ki? Aynı mantıkla takımın malzemecisinin de istifaya davet edilmesini beklerim ben. Galatasaray'ın sorununun ne olduğunu kimse bilmezken benim "Şudur" demem doğru değil. Ancak "Şunlardan biridir" diyebilirim, taraftara işaret edebilirim. 90 dakika boyunca takımına sesini duyuramayan, ancak iş transfer istemeye ve istifa görmeye gelince avazı çıktığı kadar bağıran güruhtan bahsediyorum. Adnan Sezgin'e, Rijkaard'a, futbolculara inleyip; Haldun Üstünel'i, Nonda'yı bağrına basan adamla ben tribünde bir olamam. Taraftar transfer istiyor. Son yıllarda başka bir şey istediğini görmedim zaten. Ve bu transferin de Haldun Üstünel tarafından yapılabileceğine inanıyor. Bunların hepsi doğru olsa bile Haldun Üstünel'in transferleriyle ligde arka arkaya bir beşincilik ve bir üçüncülük aldığımız unutuluyor. Sırf bu çıkarıma dayanarak bile taraftarın transferi başarıdan daha çok istediği yorumu yapabiliriz. Samimiyetsizliğin önplana çıktığı bir başka nokta ise Adnan Sezgin'in istifaya davet edildiği andır. Adnan Polat ve yönetimini istifaya çağıramayanlar "memur Sezgin"i günahkeçisi ilan etmişlerdir. Hani "başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter"di, ne oldu şimdi?

Önümüzdeki birkaç gün içinde Galatasaray'da olmasını istemediğim pek çok şey olacak gibi. Yönetimin kamuoyunun ve taraftarın baskısına direnemeyeceğinden çekiniyorum. Kimsede kimsenin arkasında duracak cesaret yok. Taraftarın kendi muhasebesini yapmaya cesaretinin olmayışı gibi...

Gelinen şu noktada bir şey daha düşünüyorum. Türk Telekom Arena her ne kadar 29 Ekim'de teslim edilecek, ligin ikinci yarısında da oynamaya hazır hale gelecek olsa da Galatasaray yönetimi radikal bir kararla stadyumun açılışını gelecek sezon başına ertelemeli. Aksi takdirde o stadyumun açılışı hüsran kelimesinin tam anlamını karşılar.

Hiç yorum yok: