15 Ağustos 2010 Pazar

Sivasspor: 2 - Galatasaray: 1

3 sezon önce, Galatasaray bir geleneği devam ettirip, Kadıköy'de Fenerbahçe'ye 2-0 yenilince çok sevdiğim Fenerbahçeli bir arkadaşım "Abi dün akşamki takım Galatasaray mıydı? O Barış Özbek, Serkan Çalık falan, kim bunlar? Sokakta görsem tanımam. Nasıl Galatasaray'ın futbolcusu olabiliyor bunlar"a çıkan bir yorum yapmıştı. O vakitler Ali Turan yoktu tabii... Aksi durumda yorumu da farklı olabilirdi.

Galatasaray sezonu dün akşam Sivasspor deplasmanında açtı. Sabri'yi mumla arayan bir Galatasaray, her şeyin izahatıdır aslında. Öyle ya dün akşam sahaya Galatasaray adı altında çıkan takımın herhangi bir Anadolu kulübünden farkı olmayınca ortaya denk güçlerin mücadelesi çıkıverdi bir anda. Rijkaard'ın gelmesiyle birlikte Türk futboluna yeni bir soluk geleceğine inananlar bile yavaş yavaş kovuklarına çekiliyor. Hollandalı'nın Türk futboluna katkı yapmasını beklerken, Türk futbolu Hollandalı'yı kendisine benzetiyor. Maçın sonlarından yenilginin bir getirisi olarak Sivasspor antrenörünün üzerine yürümesini ben başka bir şeye yoramıyorum maalesef. Daha ligin ilk haftasında ne yapacağını bilmeyen, bu denli agresif bir takım izliyorsak, Galatasaray'ın kendine tahammülü kalmamış demektir.

Yıllardır Galatasaray'ın kapanmayan yaralarından biridir uzun toplar. Elindeki futbolcuların teknik yetersizliği gayet ortadayken Hagi, Gerets, Skibbe, Feldkamp, Rijkaard ayrımı yapmaksızın doldurt boşaltlar ile sonuca gitmeyi felsefe benimsemişiz. Eczanelerde ilacı satılmıyor bunun. Rijkaard'ın gelişiyle birlikte topu ayağında tutan, yerden kısa toplarla kaleyi bulmayı amaçlayan bir Galatasaray beklentim vardı. Takımın çapı ortada, ancak en azından beceriksizce de olsa bunu deneyen bir takım görmekti niyetim. "Maçın başında Neill'in uzun topuyla bulduk golü" demesin kimse. Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiğini bilmiyor musunuz?
Galatasaray'ın en büyük sorunlarından biri de öne geçtiği maçlarda skoru koruyamaması. Taç kullanırken oyunu soğutmaya çalışmaktan ya da yere düşüp kalkmamaktan bahsetmiyorum. Özellikle son iki sezonu ele aldığımızda Galatasaray'ın kaybettiği kritik puanların neredeyse tamamının bu acziyetine bağlı olduğunu görüyoruz. Bu sezon da üç resmi maçta iki kez yaşadık bunu. Galatasaray'ın sorunu orta sahaya yapılacak iki transferden çok öte...

Tek tek isim vermeye gerek yok. Görünen köy kılavuz istemiyor neticede... Galatasaray'ın ilk 11'inde yer alan isimlerin neredeyse yarısını bu takımın taraftarı formayı giyerken görmek istemiyor. Bu bir gerçek... Takımın bu manzara ile karşılacağını bilmek için Nostradamus olmaya gerek yok. Adnan Polat yönetimi de bunu biliyor. Öyle olmasını istiyorum... Taraftar transfer istiyor, Türk Telekom Arena'yla gözünün boyanmasını değil... Ancak Galatasaray'ın sorunu öyle 1-2 transferle çözülecek gibi de değil. "Bu iş yıldızlarla olmuyormuş, mücadele eden bir takım kuracağız" demek çözüm değil. Aksine bu iş elbette ki yıldızlar oluyor. Ancak yıldızları yönetmeyi beceremeyen bir zihniyet böyle bir açıklama yapar çünkü. Tüm bunların yanında "Oooo Haldun Üstünel", "Üşüyoruz Haldun reis" gibi çatlak sesler çıkaran taraftar da en az yönetim kadar mantıksız. Haldun Üstünel'in varlığında da bir üçüncülüğü bir de beşinciliği var bu takımın. Dedim ya, yıldızı getirip gerisini koyvermeyeceksin, yapıcı olacaksın. Dövmeyeceksin mesela... Sonrası her halükârda gelecektir zaten.

Yıllar sonra ilk defa Galatasaray adına bir sezonu bu denli merak ediyordum. İlk maç itibariyle beklediğimi buldum. Sahadaki Galatasaray'ın geçtiğimiz seneden tek farkı formasının rengi. Yırtık dondan çıkar gibi felaket tellallığı yapmaya benzeyecek belki ama sanki "33 kahır haftası" bekliyor bizi. Lego oynarken uygun parçayı bulamamış gibi her sene takımı yapıp bozan, transferlerini ligin başına yetiştiremeyen bir takım için olumlu bir senaryo yazamıyorum. Salı ve çarşamba geceleri 21:45'de heyecan yaşamaya alışmıştı kalbim. Kaç senedir unutunca bunu teklemeye başladı, o da anladı bir sorun olduğunu. Başarısızlık değil de bu alışmışlık hali canımı sıkıyor işte. Belki de boşuna telaş ediyoruz. Ne de olsa Sivas, Eskişehir, Bursa, Kayseri, Trabzon, Fenerbahçe sürekli kaybettiğimiz deplasmanlar... Bu deplasmanlardan birinin sadece ilk haftaya denk gelmiş olduğunu mu düşünelim? Evet, biraz fazla Pollyanna'yız sanırım.

Hiç yorum yok: