
Galatasaray Avrupa'dan kupa getirir ya da getiremez, önemli olan da bu değil zaten. Önemli olan bu kulübün vizyonunun Türkiye'deki diğer kulüplerden çok ötede olmasıdır. Galatasaray'ın kuruluş amacına baktığınızda "Türk olmayan takımları yenmek" ibaresi göze çarpar. Bugüne kadar hep böyleydi bu. Galatasaray'ın en başarılı dönemine tanıklık etmiş bir neslin ahvadıyım. Galatasaray'ın en başarılı dönemine tanıklık ettim. Diğer kulüplerin depremine ligde alınan başarısız sonuçlar neden olurken, Galatasaray'ın felaketini Avrupa'daki yıkım getirirdi. Kulübün vizyonu bunu emrederdi çünkü.
Başarısızlığı bir yere kadar kaldırabilir taraftar. Ancak yenilginin geliş tarzı da önemlidir. 2000 yılında Galatasaray, Real Madrid'i devirirken oyuncu kalitesi rakibinden daha yüksek olduğu için mi ulaştı zafere? Hiç de değil. O takımda bir şeylere isyan vardı. 17 Mayıs'da Hagi oyundan atıldıktan sonra sahada eksik oynadığını hisseden takım Arsenal'di, Galatasaray değil... Aynı maçta omzu çıktığı halde gemisini terk etmeyen adam Galatasaray kaptanıydı...
Galatasaray, Karpaty Lviv'e elenerek Avrupa Ligi'ne henüz ağustos ayında veda etti. Takımın İstanbul'a dönüşünde başı eğik takım otobüsünün yolunu tutan adam Lucas Neill, yenilen golün ardından zemini yumruklayan adam ise Milan Baros... Takım arkadaşlarını havalimanında bırakıp taksiyle evinin yolunu tutan adam bu takımın kaptanı... Uçaktan iner inmez güvenlik görevlisine vurdumduymaz bir sırıtmayla "Dışarıda taraftar var mı?" diye soran adam ise aynı takımın ikinci kaptanı. Başarısızlığı, yenilgiyi hazmedebilirim, fakat bu adamların Galatasaray forması giymesini hazmedemem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder